A7 Kitap
13 May 20203 dk.
En son güncellendiği tarih: 20 May 2020
Maden ocaklarında çalışan işçilerin başlarına gelenleri bilmeyen yoktur sanırdım. Vardıysa
bile, en azından şimdilik, son olarak Soma’da yaşanan büyük yıkımdan sonra bilmeyen
kalmamıştır diyordum. Varmış oysa; örneğin, ben! Sözüm ona; başta ormanlarımızda ağaç
kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde tam anlamıyla kölelik düzeni işinde çalıştırılanlar
olmak üzere işçi sorunlarıyla uzaktan da olsa ilgileniyorum; daha açık bir söyleyişle,
ilgileniyordum. Sanıyorum artık ben de “modaya” uyup çok daha popüler konulara kaptırdım
kendimi. Geçen yıl Çine’de katıldığım bir etkinlikte tanıklık ettiklerimi nasıl da çabuk unuttum,
baksanıza; kendimden utanıyorum desem yeridir. “Gözlerden uzakta oldukları için gönüllere,
düşünlere de yabancı olan” feldispat ocaklarında işçilik yapanların nasıl “ayakta” öldüklerini
öğrendim bu etkinlikte; dünyalarım karardı. Şimdi, A7’deki dostlar izin verirlerse, bu “karanlık
dünyamdaki” uzaktan da olsa size kısacık tanıtmak istiyorum. İsteyenler herhangi bir arama
motorundan yararlanarak feldispat madenciliği, yanı sıra, yol açtığı sorunlar konusunda daha
ayrıntılı bilgi edinebilir kuşkusuz.
Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında, Aydın’ın Çine İlçesi’nde Çine Yaşam Platformu ile Eğitim-Sen,
Genel Maden İş ve Aydın Tabip Odası’nın birlikte düzenledikleri bir etkinliğe katıldım; yalnız
kaldığım anlarda çoğu kez “katılmaz olaydım” demek istedim! Aman yanlış anlaşılmasın:
“Katılmaz olaydım” söylemim, etkinlikteki – etkinliğin başarısız olmasından değil, bence çok
yararlı bir etkinlik oldu, özellikle de benim için; emeği geçenleri tüm kalbimle kutluyorum-
tanıklıklarım karşısındaki çaresizliğimden kaynaklanıyor. Etkinlik, benim gibilerinin çokça
yaptığı gibi “kafamı kuma saplayıp” görmez olmamın rahatlığını bozdu çünkü. Hani;
“söylemekle anlatılamaz; görmek gerek!” derler ya, işte öylesine tanıklıklarım oldu. İnanın,
nasıl anlatabileceğimi bile bilemiyorum ama deneyeceğim:
Gencecik insanlar gördüm, birkaç yıl içinde öleceklerini bilmelerine karşın yaşama
sımsıkı sarılmaya çalışan umarsız silikosiz hastalarını tanıdım, çoğu işsiz; görece iyi
olan kendi sağlığımdan, emeklilik aylığımdan bile utandım!
Feldspat ocaklarını açıp işleten anlı şanlı işletmelerdeki silikosizli işçilere en küçük bir
insanlık kolaylaştırıcılarını, önlemlerini bile çok görüp gereğini yapmaktan kaçınan
hekimlerin, mühendislerin, işletme yönetici ve sahiplerinin varlığını; çalıştırdıkları
işçilerin etkinlik salonuna giremeyip kapısından yalnızca el sağlamak durumunda
bırakıldıklarını öğrendim, “lanet ettim”!
Gerçekten de bir avuç inanılmaz inanmış, özverili, heyecanlı ama bir o denli de
olanaksızlıklar içinde kıvranan “çevreci” dostlarımı gördüm; onları tanıdığım için mutlu
oldum, umutlandım; şükran duydum!
Yıllardır anlatmaya çalıştığım ancak hiç mi hiç başarılı olamadığım bir gerçeği bir kez
daha yaşadım: Temel yaşama sorunlarının kimilerini ötekilerden neredeyse tümüyle
ayırıp “çevre sorununa” indirgenmesine; sözgelimi, “kapitalizmin gölgesini satamadığı
ağaçları kesmesi” gerçeği yerine sonuçlara odaklanılmasına bir kez daha tanık
oldum; hem üzüldüm hem de kızdım!
Çağrılmalarına karşın etkinliğe hiçbir biçimde katılmayan ilgili ilçe müdürlükleri ile 12
tarımsal kalkınma kooperatifi, Ziraat Odası bir yana, salonunun kullanılmasına izin
veren ilçe belediyesinde bile temsilci olarak kimsenin katılmamasını hiç
yadırgamadım ama fena halde öfkelendim; lanet ettim!
Olan bilgi ve deneyim birikimimi gerçekten mağdur olanın yani sömürülen işçinin,
küçük üretici köylüler ile esnafların yanı sıra kadınlar ile çocukların, bakım evlerindeki
yaşlıların ayağına giderek aktarmak yerine daha çok kapalı salon toplantılarına
katılan “sen, ben bir de bizim çocuklara”, yanı sıra, internet ortamlarının, gazete ve
* İletişim: ormanlarindelisi@gmail.com
dergilerin uslu okurlarına ahkâm kesmekten; yayımlanmayan, binbir güçlükle
yayınlananları da okunmayan, okunduğundaysa hiç tartışılmayan yazılar, kitaplar
yazmaktan sıkıldım artık; inanın, çok sıkıldım!
***
Kısacası; yetmişbeşe yaklaşan yaşamımın sağlıksız “baharında” ne yapacağımı şaşırdım.
Ne yapmalıyım, neler yapabilirim diye çok düşündüm? Sözgelimi; dizimi kırıp oturayım;
torunum Kaan’la ya da salaklık örneği TV dizileriyle oyalanayım; aymazlıkta birbirileriyle
yarışan aymaz siyasetçiler ile aydınımsıları izleyip öfkeleneyim mi; ne yapayım? Haydi, siz
beni boş verin; ben bir şeyler bulurum yapacak. Feldispat ocaklarında köleler gibi çalıştırılan,
çoğu silikosiz hastası olduğunu bile henüz bilmeyen, bilse de yapacak bir şeyleri olmayan
insancıklarımız; doğal ortamları ile varlıkları, dahası, doğal süreçleri de onarılamayacak
biçimde zarar gören Çine Dağları, akarsuları, otlakları, son derece verimli tarım arazileri için
neleri, kimler, nasıl yapmalı?
Bu içerikte bir başvuruyu ilgili tabip odalarına, halk sağlıkçısı dostlarıma, sonra da BİMER ile
CİMER’e, işçi dostu olduğunu sandığım kişiler ile kuruluşlara, yanı sıra, kitle iletişim
araçlarına da gönderdim. Öğrendiğim tek şey, “el elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış” özlü
sözünüm ne denli gerçekçi olduğu idi. Bir de, özellikle, yörede yetkili -ama ilgisiz!- maden
işçileri sendikalarına “fena halde” öfkelendim. Şimdi yolum bir kez daha Çine taraflarına
düşerse, o insancıkların yüzlerine nasıl bakabileceğim, söyler misiniz lütfen?
Bir kez daha soruyorum: Ne yapmalı acaba; bu sorunu da yürekli insan Haluk Levent’e mi
yıksam…
Son bir şey söyleyeyim mi size; ancak Soma’daki gibi sayısal olarak büyük yıkımlardan sonra
ortaya çıkanların, deyim yerindeyse, bu dünya da “yatacakları yer yok” bence, olmamalı!
***
Sözünü ettiğim başvurumu şu sözlerle bitirmiştim; yineliyorum:
Çine orada: Hani Bodrum’a giderken yanından geçtiğimiz, köftesini yediğimiz ama tarım
alanlarında, dağlarında, ormanlarında ne olup bittiğini; özellikle maden ocaklarında ömür
tüketen insanlarına neler olduğunu bilmediğimiz Çine, işte orada!