‘Özgür Türkiye’ isimli kitabı ile okurlarla buluşan yazar Nedim Gürsel, Türkiye’nin son 20 yılına ilişkin “Düşünce ve ifade özgürlüğü alanında bir arpa boyu yol alamadık” ifadesini kullandı. Gürsel, “Sanatçıları, yazarları özgür bırakmayı bilemeyen bir ülkeyiz” dedi.
Nedim Gürsel (Fotoğraf: BirGün)
Eda Köprü Yılmayan
Paris’te yaşayan, Sorbonne Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı dersleri veren Nedim Gürsel ayrıca Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi (CNRS) araştırma direktörü. Fransa’da ‘Parisli Türk yazar’ olarak tanınan Gürsel, kitaplarını Türkçe kaleme alıyor. Akademik çalışmalarını ve Türkiye’ye ilişkin siyasal görüş ve değerlendirmelerini içeren yazılarını ise Fransızca yayımlıyor.
Yazar Le Monde, Libération, Le Figaro, L’Humanité gibi gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarını ‘Özgür Türkiye’ isimli kitabında bir araya getirdi. Türkçe çevirisini Berat Erbaş’ın yaptığı kitapta Gürsel’in 1983 yılından 2022 yılına uzanan yazıları yer alıyor. Kitabının ön sözünde “Batı ülkelerinde, özellikle de Fransa’da Türkiye’nin sürekli gündem oluşu beni radikal muhalif bir tavır almaya yöneltti. İfade ve düşünce özgürlüğüyle laiklik başta olmak üzere, demokratik değerleri savunmak durumunda kaldım” diyen yazar, Özgür Türkiye yazılarının bu durumu göz önünde bulundurarak okunması gerektiğini belirtiyor. Yoğun siyasi gündemin içinde Nedim Gürsel’le Özgür Türkiye’yi konuştuk.
Çok genç yaşta Fransa’ya gidiyorsunuz. Aslında sizin için zaruri bir gidiş oluyor. Kitaplarınızdan dolayı yargılandınız. Türkiye’deki siyasal atmosferi de yazılarınızla dünya kamuoyu ile paylaşıyorsunuz. Kitabın adı bunun için önemli. Sizden dinleyelim hikâyesini. Neden Özgür Türkiye? Düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki bir yazar olarak bu beni yakından ilgilendiriyor, son 20 yılda bir arpa boyu yol almadı Türkiye. Ben de kitaplarım nedeniyle dört yıl kendimi yargıç karşısında buldum. ‘Uzun Sürmüş Bir Yaz’ 12 Eylül darbesinden sonra 159’uncu maddeden toplatılmıştı. Devletin güvenlik kuvvetlerini tahkir ve tezyif suçlamasıyla askeri mahkemede yargılandım. İlk kadın romanım müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı, Askeri Ceza Mahkemeleri’nde yargılanmak durumunda kaldım. 2009 yılında ‘Allah’ın Kızları’ romanım nedeniyle halkın dinsel değerlerini alenen aşağılama suçlamasıyla yargılandım. 216’ncı madde, bakın ezberledim artık ceza yasalarını. Bunun bedelini benden çok daha ağır ödemiş yazarlar var ne yazık ki. Bu yıl Cumhuriyetin kuruluşunun 100’üncü yıldönümünü kutlayacağız. Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali… İsimler çoğaltılabilir ağır bedeller ödedi yazarlarımız. Artık buna bir son verilmeli. Çetin Altan’a Kültür Bakanlığı 2009 yılında Cumhurbaşkanlığı büyük ödülünü verdi. Erdoğan yaptığı konuşmada, “Bu ülkede artık yazarlar yargılanmayacak” dedi ama ben Allah’ın Kızları romanımla o gün yargılandım. Avrupa’da böyle bir sorun yok artık. Biz hâlâ sanatçıları, yazarları özgür bırakmayı bilemeyen bir ülkeyiz. Bu kitabımda bu konuya da değindim. Allah’ın Kızları kitabımla ilgili yargılanırken Salman Rushdie, José Saramago ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Le Clézio bana destek olmuştu. Avrupalı yazarlar Türkiye’de yargılanan yazarlara sahip çıkabiliyorlar ama düşman ilan ediliyorlar. Özgür sözcüğü o nedenle önemli. DEVLET HER TÜRLÜ DİNE EŞİT UZAKLIKTA OLMALI Yine bir yazınızda o döneme ilişkin “Türkiye’de şu anki asıl tehlike İslam’ın değil, milliyetçiliğin yükselişi” diye yazıyorsunuz. Bugün hâlâ aynı fikirde misiniz? Bursaspor–Amedspor karşılaşmasında yaşananlar ve Devlet Bahçeli’nin “Bize göre Amed diye bir yer yoktur” açıklamasıyla birlikte düşününce. Türkiye’deki aşırı milliyetçi söylemden her zaman kaygı duydum. İslam’ın yükselişi de ılımlı denilse de laiklik ilkesine aykırı. Devlet her türlü dine eşit uzaklıkta olmalı. İlk defa Türkiye’de bir cumhurbaşkanı dinsel konumunu öne çıkardı, konuşmalarında Kur’an’a referanslar verdi. Türkiye’de İslam’ın yükselişiyle milliyetçiliğin yükselişi bir arada. Fetih düşüncesi, Osmanlı hayranlığı beni rahatsız etti. Osmanlı despotik bir toplumdu. “Viyana’ya kadar gidildi, kimsenin burnu kanamadı” deniliyordu. Trajikomik bir durum. Hayır, savaş oldu, insanlar öldü ya da “Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti. Bizanslı kadınlar onu ellerinde çiçeklerle karşıladı” sözleri de öyle. Üç gün boyunca şehir yağmalandı. Osmanlı’nın despotik yönünü kabul edelim. Bunu söyleyince duymadığımız hakaret kalmadı. Milliyetçi söylem İslam’la, fetih ideolojisiyle yükselişe geçebiliyor. Kitaplarımda buna karşı bir tavır aldım. Özgür Türkiye yazılarımda da bunu sürdürdüm.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını çok olumlu buluyorum. Çünkü deneyimli ve bilgili bir insan. Paris’te kendisiyle tanışma imkânım oldu. O dönem Fransız Sosyalist Partisi’nin Başkanı Martine Aubry Sosyalist Enternasyonal’e katılmak için Paris’e gelmişti. Şimdi Lille şehrinin belediye başkanı. Kılıçdaroğlu’nu Aubry ile tanıştırmıştım. Aubry hem iyi dostum hem de iyi bir okurum. Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara’da görüşmemiz oldu. Siyaseti yorumluyorum ama doğrudan siyasete katılmadım. Ankara’da kendisiyle bu yönde bir görüşmemiz olmuştu.
Comentarios