top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıA7 Kitap

BİR DİYALEKTİK DAVRANIŞ TERAPİSİ: “MUTLU AİLE ÇÖPLÜĞÜ”


Lokman Baybars

Neden bir yazar, oturup da yıllarını vererek bir kitap yazar?

O mutluluk senin gördüğünden ibaret… Asıl hikâye, o güzel pencerelerin ardında nasıl bir cehennemin olduğudur. Görmek ister misin?



Vicdani muhasebe, bireyi diğerlerinden ayıran ve diğerleriyle psikolojik mesafeyi oluşturan hesaplaşmadır. Bu hesaplaşmadan -süreç içinde- bir hukuk çıkar. Kişi kendi için oluşturduğu bu hukuka bağlı kaldığı sürece sağlıklı ve özgür insandır. Çocukların henüz böyle bireysel hukukları yoktur. Sağlıklı yetişkinler, ebeveynlerine bağımlı ve bağlı bir bireyleşme süreci içinde özgün bir hukuk oluştururlar. Diğer bir anlamda, bireyleşmiş ebeveynler çocuklarına sağlıklı bilinçaltı devrederler. Bu güzel mirasa sahip çocuklar anlayışlı, uyumlu ve süreç odaklı, müspet değerleri sezgisel olarak tanıyan ve kolektif davranışları üreten veya üretilmiş olan bütün normatif değerleri teyit ve tasdik eden bireyler olarak kolektif bireyleşme sürecine dâhil olurlar.

Duygusal ve değer temelli ilişkisel özerkliği içeren aile mefhumunu roman dilinde işleyen Emine Sezer’in Mutlu Aile Çöplüğü kitabına bakacağız.

Roman, ilişkisel diyalektik tekniği ile yazılmış. Romanın geneline hâkim olan teknik monolojik yaklaşımdır. Aile çerçevesi içinde olup biten çelişkileri gün yüzüne çıkarırken, başkarakter Şebnem’in bir erkeğe yaklaşırken diğerinden uzaklaşmanın verdiği baskıdan kurtulmak için her ikisini de reddetme mücadelesinin betimlemelerini okuyoruz.

Romanda görülen diğer anlatım tarzı da dualistik yaklaşımdır. Kadın ve erkekte görülen çelişkilerin arasında bir ilişki kurulmaz. Kadına ve erkeğe ait olan duygular karşılaştırılmadığı sürece bir zıtlık veya çelişki içermez. Şebnem babasında gördüğü her tür olumsuzluğu, ilişki içinde olduğu diğer erkeklerde de görürken annesinin duygu durumlarını bizzat yaşar.

Bir yapı veya durum, içinde bir zıtlığı taşıyorsa bu bir çelişki değildir. Bunlardan birinin yokluğu çelişkidir. Bir ailede zıt şeylerin olması normaldir. Üçüncü yaklaşım, diyalektik yaklaşımdır. Ailede var olan çelişkiler, o ailede birden çok bakış açısının var olmasından kaynaklanır. Kitabın iki ana bölümünü oluşturan “erkek-kadın” hâkim bakış açısının yanında, okuyucunun da kendi yaşamını kitaba katmasıdır.

Diyalektik yaklaşıma göre, iki veya daha fazla kişi bir ilişki içindeyken (bu kitapta olduğu gibi iki erkek bir kadını sever) birey hayatının belirli bölümlerinde başka birini ya da birilerini sevebilir. Aynı zamanda da o birey, kendisiyle ilgili her şeyi güvende tutmak isteyebileceği bir aileyi de muhafaza altına almak ister. Bu çelişik duygu ve davranışların her ikisi de bireyde aynı anda var olabilir.

Roman dört temel kavram üzerinde durmakta: Çelişkiler, Bütünlük, Süreç ve Praxis.

Romanda baskın kavram çelişkidir. Karakterler aşmaya zorlandıkları duygu durumlarını, çatışmalarını sürekli hissederler. Evi bir türlü terk edemeyen eşler tipik olarak bu öyküde karşımıza çıkıyor. Orhan karakteri yıllara yaydığı entegrasyon-ayrılık veya bağımlı özerklik çelişkisi içerisinde delirmiş vaziyettedir. Orhan sert bir ataerkil aile içinde oluşturduğu pasif erkek direnişini kıramadığı için eşine olan tahammülü de çelişkinin içinde değerlendirilir.

Bütünlük kavramı, romanın okunabilir seviyede tutması açısından önemli bir yer tutar. Bütün çelişkiler ve diğer edebi yapılar, kurgusal durumlar bir bütünlük içerisinde okuyucusunun karşısına çıkıyor. Nefretin varlığı ancak sevgi ile bir anlamlılık yaratmasıyla diyalekttik açıdan bir bütünlük içerir.

Süreç kavramı ise ilişkisel diyalektiğin psikolojik durumlarını açıklığa kavuşturuyor. Romandaki iki birey, dürüst ve açık iletişim dönemleri arasında duygularını birbirlerine aktaramadıkları için büyük bir yüzleşmeyle sınanıyorlar.

Diğer ve son kavram olarak Praxis; bu kavram kabaca “uygulama” olarak tanımlanabilir. Praxis, Şebnem’in sevgilisi olarak karşımıza çıkıyor. Eşlerin hesaplaşması için onları bir masanın etrafında topluyor. Masanın etrafındaki bütün bireyler -okuyucular da dâhil- etkin bir gerilim içinde, çelişkileri ve arzularıyla yüzleşirler ve yeniden yaratıma giderler.

Aileyi, yaratıcı ve yıkıcı güç gibi -görünüşte bir birine zıt- iki güç meydana getirir. Bu zıtlığın hassas ve kırılgan dengesi Mutlu Aile Çöplüğü’nün ana konusu olarak ele alınmış. Sezer, satır aralarında aileyi “paradoksal arzularımızı deneyimlerken hissettiğimiz gerilimler havuzu” olarak tanımlıyor.




Kitaba baktığımızda paradokslarımızın (duygu durumlarımızın) dört ayrı yönden tazyik altında olduğunu fark ediyoruz.

İlk olarak, eşler arasındaki duygu durumları tek boyutlu değildir; üstelik bir yönde hareket etmedikleri gibi iniş ve çıkışlar ya da dalgalanmalar bulunur.

İkincisi, evlilik süreci içinde eşteki değişmedir. İlişkisel yaşamın bir kilit bir unsur olduğunu, başka bir deyişle yaşamlarımız değiştikçe onunla olan ilişkilerimizin de değiştiğini görmeye başlarız.

Diğer bir baskı türü ise yaratıcılık (kadına özgü olan) ve yıkıcılık (erkeğe özgü olan) gibi sürekli bir gerilim yaratan, karşıtlar arasında sürekli çelişkiler barındıran ve asla ortandan kalkmayacak olan çatışmalardır.

Dördüncü tazyik ise daha çok olumlu sonuçlar üretmeye dayalı olan bir “iletişim” kurma zorunluluğudur.

Evlilik süreci boyunca kaçınılmaz olan “dalgalanmalar, değişmeler, çatışmalar” dışarıdan mutlu görülen bir ailenin çöplüğe dönüşmesi için geçerli sebepler değildir.

Tüm bunlara rağmen mutlu bir aile idamesi yapılabilir.

Bir çocuğun, aile içerisinde meydana gelen “dalgalanmalar, değişmeler, çatışmalar” karşısında bile etkin bir bireyleşme sürecinden geçmesi ihtimali yüksektir. Ya da eşlerden biri, tüm bunlar karşısında aklı dengesini ve iç huzurunu bir takım yönelmelerle koruyabilir. Uzun süren bir evliliğin ardından gelen mutlu, kolektif yaşlılık sürecini yaşayan çiftlere bakıldığında, çiftlerin yaşadıkları dalgalanmalar karşısında birbirlerine kenetlendiklerine şahit oluruz. Aslında dalgalanma, aileyi daha sağlam limanlara götüren sert bir süreç olabilir. Değişim ve çatışmalar dalgalanmanın bir sonucu olarak görülmelidir. Bir ailede mutlaka görülen bu her iki durumun panzehri “iletişimdir”. Zamanında sorulan sorular ve zamanında alınan cevaplar aileyi kurtarır.

… sorayım dedim defalarca. Gündüz karar verdim akşama bu iş tamam. Eve geçip Eda’yı da görünce çark ettim.” (Bölüm: Erkek, s.56)

…onca yıl susabilmek, hiçbir sorun yokmuşçasına yaşamak… Böyle kallavi menfur bir şüphe ile günlerin, haftaların, ayların, yılların geçmesi.” (Bölüm: Kadın, s.138)

Bir ilişki makul bir diyalog içinde kurulur ve gelişir. Bu diyalog karmaşık olabilir; benzerlikler ve farklılıklar içeren bir diyalog halinde zaman içine yayılır durur. İlişkisel iletişim, karşıt görüşlerin veya güçlerin ussal bir şekilde bir araya gelmesini ve uzlaşmasını sağlar. Görmezden gelmek, avunacak şeyler bulmak, halı altına süpürülen sevinçler, umutlar… Mutluluklar halının altında kokmaya başladığında çoktan vazgeçilmiş diyaloğa dönmek, bir masada iki erkekle savaşmak zorunda kalan Şebnem’in acılarından başka bir şey değildir.

Kadın bilinmez bir nedenle, tiksindiği bir erkekle her hece aynı yatağa girerken, karısının başkasını sevdiğinden emin olan bir erkeğin de hangi nedenlerle karısıyla yatağa girdiği bilinmez değildir.

“… bakılmak, kollanmak, en pahalı şarabı içmek…. diğer kadınların kıskanç bakışlarını üzerine çekmek.” (Bölüm: Kadın, s.124)

Erkek de “Gözde bir kadını bakın ben aldım, benim erkekliğim ve kudretim bu işte… Karımın “avukat” olması…” der gibidir.
Bu mutluluğun nasıl bir çöplükten beslendiğini fark etmek pek de kolay değildir.

Yazar Emine Sezer o gece masadaydı. Orhan, Erdal ve Şebnem’le yemek yedi. Ve biz okuyucular o odanın duvarına sıralandık, olup biteni izledik. Şebnem’in annesinden kalan bahtsız mirası nasıl sahiplendiğini, avukat Şebnem’in evliliğini kurtarmak için çırpınan erkekleri acımadan nasıl boşadığını, babasına ve ona sahip çıkmayan biricik aşkından, tiksinerek ilişkiye girdiği kudretli kocasından nasıl intikam aldığını izledik. Şebnem’in kızının elinden tutup kırılan saati bir köşeye atışını, bir anne-kız mutluğu yaratacağı evrene doğru adımlarını umutla okuduk.

Mutlu Aile Çöplüğü aslında “Borderline Kişilik Bozukluğu” analizlerini çok iyi yapmış ustalığa sahip bir roman. Borderline kişilik bozukluğuna sahip bireyler boşluk hissi, terk edilme korkusu, gerçeklikten kopma ile mücadele eden kişilerdir. Eda dışındaki herkes (anısal olarak hala kolunda olan kırık saate sahip çıkması dikkat çekicidir) söz konusu olan kişilik bozukluğuna sahip.

Bu roman bir anlamda “Diyalektik Davranış Terapisi” olarak da okunabilir.

Mutlu Aile Çöplüğü kulağımıza şu öğütleri veriyor:

“Kahkaha atarak konuşmadığınız kişiyle sevişmeyin.”
“Gündüz özlemediğiniz kişiyle sabah uyanmayın”
“Emek ve sevgiyle yoğrulmamış her ilişki, gelecek nesillere yapılabilecek en büyük kötülüktür.”

Lokman Baybars

27.07.2022Bornova/İzmir




Roman: Mutlu Aile Çöplüğü

Yazar: Emine Sezer

Yayınevi: A7Kitap

Editör: Ayla Duru Karadağ

Yıl: 2022



101 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page