top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıA7 Kitap

Bozdağlar’da Kar, Kardelen, Cemre / Hüseyin Çağlar İnce

İlk cemre havaya düşer, havalar ısınır; ikinci cemre suya düşer, su ısınır; son cemre karaya düşer, kara ısınır. Kışın kar altında kalan toprak donar ya, madem dağa çıkacaksınız çıkınca toprağa kadar karı eşeleyin, bakın. Üçüncü cemre düştükten sonra kar alttan erimeye başlar.
Çünkü toprak ısınır.


İlk cemre havaya düşer, havalar ısınır; ikinci cemre suya düşer, su ısınır; son cemre karaya düşer, kara ısınır. Kışın kar altında kalan toprak donar ya, madem dağa çıkacaksınız çıkınca toprağa kadar karı eşeleyin, bakın. Üçüncü cemre düştükten sonra kar alttan erimeye başlar. Çünkü toprak ısınır.


Yol kıvrıla kıvrıla küçülüyor, iki dağın arasına, dağları saran gri bulutun içine doğru sokuluyordu. Bulutun ardı bir gizemdi. Otobüste herkesi inceden bir heyecan sarmış, dağa kar yağıp yağmadığı tartışılıyordu. Otobüs dağın eteğine dolanırken ilk kar taneleri koyu renkli ağaçların fonunda görünmeye başladı. Heyecanımız ile birlikte kar taneleri de artıyordu. Kar taneleri gökyüzünden nazlı gelin gibi süzüm süzüm süzülerek otobüsün camına yaklaşıyor, oradan ufak bir hava akımına kapılıp cama çarpmadan savruluyordu. Yol yükseldikçe yaprakların, otların üzerinde beyaz bir örtü yerleşmeye başladı.


Acaba dağda durum neydi? Malum o gece dağda kalacaktık. Ege Üniversitesi Doğa ve Dağcılık Kolu’nun (DODAK) kış gelişim eğitimi için gelmiştik. Aslında kış eğitimi için gecikmiştik. Mart ortasındaydık. Buna rağmen etrafta kar olması şansımızaydı.


Ödemiş’in Bozdağ Kasabası adını aldığı Bozdağlar’ın eteğine kuruluydu. Kasabaya geldiğimizde etrafı 2-3 parmak kar örtmüştü. Kar incecikten yağmaya devam ediyordu. Bozdağ’ın meşhur kahverengi ve kırmızı yaz helvasından aldık. Helvayı çay ve sıcak ekmekle yemek üzere kahveye girdik. Kahvede amcalarla havadan kardan sohbet ederken konu cemrelere geldi. Yetmişli yaşlarda hacı fesli, beyaza çalan kır sakalıyla bir amca, “Üçüncü cemre de geçen hafta düştü” dedi.


Biz de sorduk: “Karaya düştü, değil mi?”


Cemrelerin birer birer düştüğünü biliyordum. Ama bu nasıl bir şeydi? Gözle görülür bir şey mi? Bilmiyordum. Sordum; amca şöyle anlattı: “İlk cemre havaya düşer, havalar ısınır; ikinci cemre suya düşer, su ısınır; son cemre karaya düşer, kara ısınır. Kışın kar altında kalan toprak donar ya, madem dağa çıkacaksınız çıkınca toprağa kadar karı eşeleyin, bakın. Üçüncü cemre düştükten sonra kar alttan erimeye başlar. Çünkü toprak ısınır.”

Cemre, Anadolu’nun binlerce yıllık deneyimi ve bilgi birikiminin ürünlerinden bir tanesidir. Buna göre kışın soğukları önce havada kırılır, sonra suda, sonra da toprakta kırılır. Cemrenin kelime anlamı kor halindeki ateştir. İlkbahar başlamadan önce birer hafta aralıklarla havaya, suya ve toprağa düştüğüne ve onları ısıttığına inanılır. Bunu destekleyen bir de bilimsel araştırma bulunmaktadır. İstanbul’da 60 yıllık bir dönem için yapılan çalışmada da cemre günlerinde ortalama sıcaklık eğrilerinde ani yükselmeler belirlenmiştir.


Kasabadan tek sıra halinde sırtımızda çantalarla dağa doğru patikalardan yollandık. Önce kestane ağaçlarının arasından, ardından dereciklerin üstünden geçtik. Derelerin yanından yamaca doğru çıkarken ön sıralardan bir ses geldi: “Kardeleeen!” Birden heyecanlandım. Etrafıma baktım; o ince kar örtüsünün üzerinde tek tek ve 3’lü 5’li gruplar halinde duruyorlardı. O kar ve soğukta hayranlık uyandıran bir duruşu vardı. Kardeleni ilk kez görüyordum.


Kardelenin karda açması, boynunun bükük duruşu, bembeyaz göz alıcı bir çiçek olması Kardelenin hem yöresel isimlerinin hem de halk arasında hakkında anlatılan hikâyeleri çeşitlendiriyor. “Garipçe”, “Öksüz Ahmet”, “Aktaş”, “Boynu bükük” ve “Kargasoğanı” bu isimlerden; “Dağ fulyası ile Nergis”, “Kardelen ile Hercai” bu hikâyelerden bazıları…


Kardelenleri geçtikten sonra karaçamların arasından yukarı doğru yürümeye devam ettik. Kar durmuştu. Fakat kar kalınlığı biz yürüdükçe artıyordu. Karaçamların ardından ardıçlara geldik. Az önceki kardelenlerin heyecanıyla, “Acaba bir de karaca görür müyüz?” diye düşünüyordum. Kalabalıktan dolayı çoktan kaybolduklarını düşünerek kendi hayalimi bozdum. Aslında hayalimde haklıydım. “Bozdağlar” Türkiye’nin 305 Önemli Doğa Alanı’ndan (ÖDA) birisiydi. Bu dağlar, karacaya (Capreolus capreolus), nesli tehlike altında kuş ve kelebek türlerine hatta dünyada sadece burada yaşayan 4 tane bitki türüne ev sahipliği yapıyordu. Kendileriyle karşılaşma şansımız olmadı. Ama karda gördüğümüz izler hepimizin hayal gücünü çalıştırdı. Aşağıdan gelen tavşan ve yukardan gelen kurt izlerinin bir yerde çakıştığını, izler birlikte giderken tavşan izinin yerini sadece kurt izinin aldığını gördük.


Son ardıçtan sonra artık ağaç sınırını geçmiştik. Etraf bembeyazdı. Hava açmıştı, fakat çok sert bir poyraz esiyordu. Yorulmuştuk. En önde giden kişinin açtığı izlerden yürümemize rağmen karlara batıp çıkıyorduk. Neyse ki önümüzdeki sırtı aşınca nispeten kuytu bir yere geldik. Burada rüzgâr azdı. Kamp yerimiz burasıydı. Çantaları indirdik. Kürekleri çıkardık. Çadırı kurmak için belli bir seviyeye kadar karı kazdık. Sert tabakaya ulaştığımız yeri düzleyip çadırlık yerler açtık. Etrafına da az daha ilerde tuğla şeklinde çıkarttığımız sert kar kalıplarından duvar ördük. Böylece çadırımız rüzgârdan korunaklı hale geldi.


Kürek elimizdeyken aklımıza geldi. Karı kazarak toprağa ulaştık. Sert kar tabakasının altı topraktı. Toprağın karla temas ettiği yer suluydu. Kar alttan eriyordu. Amca’nın dediği çıkmıştı. Cemrenin düştüğü toprak önce kardeleni sonra diğer canlıları uyandırıyordu. Belki de cemre, kardelende vücut bulmuştu. Kim bilir?

137 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page