top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıA7 Kitap

DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NDEKİ SELLER, TOPRAK KAYMALARI VE SU BASKINLARI / YÜCEL ÇAĞLAR



Öncelikle, çoğunlukla gözlerden kaçırılan şu üç boyutlu gerçekliğin artık görülmesi gerekmektedir:

i) Seller,

ii) toprak kaymaları ile

iii) su baskınları,,


nedenlerinden birisi, “aşırı” olduğu öne sürülen uzun süreli ya da anlık yoğun yağışlar olsa da olgusal olarak farklı sonuçlardır. Açıktır ki, bu sonuçlar ancak gerekli önlemler alınmadığında birbirini “tetiklemektedir. Yağışların uzun süreli ya da yoğun olması, çok açık, doğal oluşumlardır ama söz konusu sonuçlar, çoğu durumda kesinlikle doğal değildir; yol açtığı yıkımlar önlenebilir ya da en aza indirilebilir. Dolayısıyla sorgulamaların da neden önlenemediği ya da en aza indirilemediği üzerinde yoğunlaştırılması gerekir ve bu gerek de üç ayrı düzlemde yerine getirilebilir. Açıktır ki, bu üç düzlemde yapılacak sorgulamaların, kimileri birbirleriyle bir ölçüde örtüşse de, en azından öncelik ve ağırlıkları farklılaşacak bilgi alanları (ekoloji, inşaat, yerleşim planlaması, tarım, ormancılık, toplumbilimsel vb), üzerine temellendirilmesi yöntemsel zorunluluktur. Ülkemizde, böylesi bir yaklaşım yerine, doğrular ve yanlışlar birbirleriyle karıştırılan, dolayısıyla da anlamsızlaşan bir kısır tartışma yeğlenmektedir. Ne var ki, bu, son derece yalın gerçeklikler, en bilgili olması gereken ilgili meslek örgütleri, bilimciler tarafında da çoğunlukla görülmemekte; dolayısıyla da, deyim yerindeyse, “sapla saman karıştırılmaktadır.” Giresun’daki son seller, toprak kaymaları ile su baskınlarının yol açtığı can ve “mal” yitimlerine de çoğunlukla böyle yaklaşılmakta; yine içtenliksiz yazıklanmalar, yüzeysel, daha doğrusu “suya tirit” basın açıklamaları, “doğanın intikamı”, “doğanın öfkesi” vb saçma sapan söylemlerle


Öte yandan; sellerin alçak yerlerdeki "betonlaşmadan", dahası, küresel iklim değişikliğinden kaynaklandığı anlamına gelen söz konusu açıklamalara katılabilmek olanaksızdır: Sellere yol açan son yağışlar denizden yüksekliği en fazla 500-700 metreler, kısmen de daha yüksek yerlerde yoğunlaşmıştır. Bilindiği gibi bu yükseltilerde "betonlaşma" yok denebilecek düzeydedir ve son derece dağınık biçimdedir. Ancak, Bölgede bile ender olarak görülen şiddetli yağışların yanı sıra aşağıda başlıcalarına değinilen olumsuzluklar, bu türden yıkımları kaçınılmazlaştırmıştır:


(i) Bölgedeki denizden 0-700 metre yükseltilerde sığ kök yapısına sahip çaylıklar, kısmen de fındıklar, mısırlıklar yaygındır; bu, özellikle yüksek eğimli yerlerde toprakların su tutma kapasitesini ve tutunma gücünü zayıflatmaktadır. Bu durum, belirli bir düzey üzerine çıkıldığında ise herhangi bir önlem alınmadığında, toprak kaymalarını daha da kolaylaştırmaktadır. Bölgede hem yerleşme hem de tarım arazilerinde sekileme vb hiçbir önlem alınmamaktadır.


(ii) Bölgedeki köylerde, mahallelerde yapılaşmalar denetimsizdir; engelleyici kimi hukuksal düzenlemelere karşın isteyen istediği yerlerde istediği gibi ve istediğince çok katlı yapılar yapabilmektedir. 1985 yılında yürürlüğe konulan, 1999 yılında düzenlenen ve 2001 yılında da adı Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği olarak değiştirilen Yönetmelik genel olarak tüm köylerde, özel olarak da Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki kırsal yerleşmelerde gerektiği gibi uygulanmamaktadır. Ayrıca bu Yönetmeliğin 1999 yılında değiştirilen 4. Maddesinin 30. bendinde;


“Muhtarlık izni: Köy ve mezraların yerleşik alanı ve civarında, köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca, konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapı yapılabilmesi için ilgili köy ihtiyar heyetince verilen yazılı izindir.”


biçiminde yapılan “muhtarlık izni” tanımı, günümüzde de geçerlidir. Açıktır, uygulanmasından birinci derecede valiliklerin sorumlu* olduğu bu kuralların yerine getirilmemesi de, özellikle yerleşme yerlerindeki toprak kaymalarını kolaylaştırmaktadır.

(i) 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 27 maddesi, 2020 yılında çıkarılan 7221 sayılı yasayla;


“Belediye ve mücavir alanlar dışında köylerin köy yerleşik alanlarında, civarında ve mezralarda yapılacak konut, entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile köyde oturanların ihtiyaçlarını karşılayacak bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası, tanıtım ve teşhir büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve işletilen kooperatiflerin işletme binası gibi yapılar için yapı ruhsatı aranmaz. Ancak etüt ve projelerin valilik onayını müteakip muhtarlığa bildirimi ve bu yapıların yöresel doku ve mimari özelliklere, fen, sanat ve sağlık kurallarına uygun olması zorunludur. Etüt ve projelerin sorumluluğu müellifi olan mimar ve mühendislere aittir. Bu yapılar valilikçe ulusal adres bilgi sistemine ve kadastro planlarına işlenir. Bu fıkrada belirtilen projelerin, valilik onayı ve muhtarlığa bildirim şartı sağlanmadan veya projesine aykırı yapı yapıldığının muhtarca tespiti ya da öğrenilmesi halinde durum, muhtar tarafından ivedilikle valiliğe bildirilir. Köy yerleşik alan sınırları dışında kalan ve entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapı ruhsatı alınarak inşa edilmesi zorunludur. Tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların denetimine yönelik fennî mesuliyet 28 inci madde hükümlerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir."

olarak değiştirilmesiyle kırsal yerleşmelerdeki arazi kullanımında yaşanan başıbozukluk durum, denetimsizlik iyiden iyiye pekiştirilmiştir.


(ii) 3194 sayılı İmar Kanunu’nun yine 27 maddesinde yapılan söz konusu değişiklikle;

Köy yerleşik alan sınırı içerisinde, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz.”

kuralı getirilmiştir. Böylece, her türlü bilim dışı arazi kullanımı da yöre insanının istencine bırakılmıştır.


(iii) 648 sayılı KHK’nın 23. maddesiyle 3194 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 4’le mera, yaylak ve kışlakların da “geçici” olarak yapılaşmaya açılması sağlanmıştı. Maddenin ilk fıkrasına göre;


“Mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşme yeri olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taşınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir

* Yönetmeliğin 1999 yılında değiştirilen 57. maddesine göre;

"Köy ve mezraların yerleşik alanlarında ve civarında sadece köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca yapılacak konut, tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile müştemilat binaları yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznine tabi değildir. Ancak, yapı projelerinin fen ve sağlık kurallarına uygun olduğuna dair valilik görüşü alınmasından sonra, muhtarlıkça izin verilmesi ve bu izne uygun olarak yapının yapılması şarttır.

İnşa edilen yapının fen ve sağlık kurallarına uygunluğu İmar Kanununun 30 uncu maddesine göre valiliklerce belirlenir.

Valilikler, talep halinde köy yerleşik alanlarında yapılacak yapılar için, yörenin geleneksel, kültürel ve mimari özelliklerine uygun olarak üretilmiş projeleri temin edebilirler."


58. maddesine göre de;


" 57 nci maddede sayılanlar dışında kalan yapılar ile köy nüfusuna kayıtlı olmayan, köyde sürekli oturmayanlar ve köy nüfusuna kayıtlı olmakla birlikte köyde sürekli oturmayanlar tarafından yapılacak tüm yapılar, yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznine tabidir. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni valiliklerce düzenlenir."



alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine, diğer alanlarda kalanlar ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilir.


Bu düzenlemeyle yaylalardaki yapılaşmalara yeni boyutlar kazandırılmıştı. Ancak Madde 2014 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.


(i) Denizden daha yüksek yerlerde orman ekosistemlerinin yönetilmesindeki teknik yanlışlıkların yol açtığı orman yıkımları, sanıldığının tersine, bölgede son derece yaygın bir ormansızlaşmaya; yerine kök yapıları sığ ağaççıkların, otlukların yaygınlaşmasına yol açmıştır*. Bu durum toprakların yağışları tutma kapasitesinin azaltmasının yanı sıra, daha önce de belirtildiği gibi, toprakların tutunabilme olanağını da azaltmıştır.


(ii) Yaylalardaki yoğun otlatma, yapılaşma, kullanıcı yoğunluğu bitkisel örtüsüzleşmeyi daha da hızlandırmaktadır.


(iii) Bölgedeki akarsularda selleri önleme, en aza indirme amaçlı alt yapı çalışmalarının hemen hemen hiç yapılmamış olması, selleri hem tetiklemiş hem de yaygınlaştırmıştır. "Yeşil Yol" vb yapılaşmalar bu süreci daha da hızlandıracaktır;


(iv) Bölge genelinde HES'lerin yapım sürecinde yaşanan bitki örtüsü, özellikle de orman ekosistemi yıkımlarının bölgedeki yağışlar-bitki örtüsü dengesini iyiden iyiye bozduğu açıktır; ancak, bu, ötekilerle karşılaştırıldığında, daha alt sıralarda yer alacak bir etkidir

***

Kısacası Bölgedeki seller, çoğu kez olduğu gibi bu kez de deniz seviyesindeki kentsel yerleşmelerdeki alt yapı yetersizliği ile "betonlaşmadan" kaynaklanan bir durum değildir; hemen hemen tümüyle, 500-700 metrelerdeki, kısmen de daha yüksek yerlerdeki arazi kullanım biçiminden, doğal ağaçsı bitki örtüsünün özellikle de doğal orman

ekosistemlerinin yerlerinin azaltılmasından kaynaklanmaktadır. Sellerin temel nedenin yalnızca alçak yerlerdeki "betonlaşmalar" olarak algılanmasına yol açabilecek söylemler, Bölgedeki yukarıda başlıcaları örneklenen köklü yapısal nedenlerin, dolayısıyla, “sorumlu sorumsuzların” yine gözlerden kaçırılmasına yol açabilecektir. Tarım ve Orman Bakanı’nın Bölgedeki sellerle ilgili açıklamalarına bakılırsa, Bölgede hemen hemen her yıl yaşanan bu tür yıkımlardan hiç ama hiç ders çıkarılmamış. Bu, söz konusu Bakan yönünden hiç de şaşılacak bir durum değildir; böylesi açıklamalar onun “fıtratındadır” çünkü. Şaşılacak durum; başta bölgelerdeki eskisiyle yenisiyle üniversiteler olmak üzere “ilgisiz ilgililer” ve “bilgisiz bilgililerin” akıl almaz denli yüzeysel açıklamalardır.


Sonunda, sellerin “kaçınılmaz yazgıyla” açıklanabilmesini aklı başında olması gerekenlerin bile çoğunluğunu inandırabilmiş ya, “siyasal iktidara “helal olsun”!



* Ergun İlter ile Osman Sun tarafından yapılan bir araştırmaya göre; “1963-1964 yıllarından günümüze değin (1980’li yıllar YÇ) Doğu Karadeniz Bölgesi’nde 73 313 hektar “yaşlı doğal orman” gençleştirilmek üzere kesilmiştir. Ne var ki, başarı düzeyi bilinmemekle birlikte bu alanların yalnızca 20 010 hektarlık kısmında "gençleştirme" çalışması yapılabilmiştir. Buna göre. 1963-1982 döneminde; "verimli üretim ormanı alanlarından 41 237 hektar alan ormansızlaştırılmıştır" (Ergun İLTER-Osman SUN; "Doğu Karadeniz Yöresinde Orman Kaynaklarından Yararlanma Olanakları", Ormancılık Araştırma Enstitüsü Dergisi, Temmuz 1984, Ankara.)


113 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page