Yasalardan KHK ve BK’lara…
Yasamadan torbalamaya…
Planlamadan paketlemeye…
Yücel Çağlar
Bir ülke düşünün, adı ne olsun; sözgelimi, “Biçimistan” olabilir mi?
En iyisi, değinime neden böyle bir soruyla başladığımı birazcık açıklayım; daha kolay yanıtlarsınız.
O ülkede bir Anayasa var ve Anayasasında göre devletin niteliği şöyle açıklanmıştır:
“… toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
O ülkenin Anayasasında;
“Yasama yetkisi millet adına Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
kuralına da yer verilmiştir. Ancak, o ülkenin Anayasasında 2017 yılına değin yürürlükte olan bir maddesine göre;
“…Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile … siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.”
idi. Bu kurala karşın o ülkede öyle kanun hükmünde kararnameler (KHK) çıkarılabilmiştir ki ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamda son derece köktenci düzenlemeler yapılabilmiştir. Ne var ki bu da yeterli görülmemiş olacak ki, 2017 yılında Anayasası değiştirilirken Bakanlar Kuruluna verilen bu yetki kaldırılmış;
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.”
kuralı getirilmiştir. Dahası Bakanlar Kurulu da kaldırılmış; görev ve yetkilerin pek çoğu “Başkan”a verilmiştir. Çok daha önemlisi, KHK’lar, bakanlar kuruluna yasayla verilen yetki sınırları içinde olur, gerekçeleri de açıklanırdı. “Başkanlık Kararnamelerinde (BK) artık bu gibi uygulamalar yapılmıyor; “Başkan”, deyim yerindeyse, “bir gece ansızın” istediği konularda, yanı sıra, istediği içerikte BK’lar çıkarabiliyor. Oysa o ülkenin Anayasasında;
“Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.”
halen yürürlüktedir.
Öte yandan; hukukçu Sayın Atilla Sav’ın aktardığına göre1); “Roma’da geçerli olan latince bir deyim varmış: “Lex didia et Caecilia”. Türkçesi “Her konu için tek bir yasa teklifi yapılmalı ya da “Her konu tek bir yasa teklifi ile olur.” Bu “antik kural”, yüz yıla yakın bir süredir o ülkede de geçerliydi ve bu uygulama, artık yasama geleneğine dönüşmüştü: Meclise sunulan yasa tasarı ve önerileri yalnızca bir konuyla, varsa o konuyla ilgili bir yasada değişiklik yapılmasına, yine bir yasaya yeni ek maddeler ile geçici maddeler getirilmesine ilişkin olabilirdi. Dolayısıyla milletvekillerinin o yasa tasarısı ya da önerisiyle ilgili gerekli bilgileri edinebilir, üzerinde yeterince çalışıp tartışabilirdi. Tasarı ya da önerinin görüşmelerine ilgili bakan da çoğunlukla katılır, gerekli açıklamalar yapabilirdi. Ama artık çoğunlukla öyle olmuyor; onlarca yasa bir “torbaya” konularak gündeme getirilebiliyor. Ek olarak, bu da yeterli görülmüyor; gecenin
geç saatlerinde “korsan önergeler” verilerek de tasarılarda değişiklikler yapılabilir, yanı sıra, ek ya da geçici maddeler getirilebiliyor. Yine Sayın Sav’ın belirlediğine göre;
“Torba kanunların en büyüğü 23.01.2008 tarihli 5728 sayılı kanundur. Başlığı kısaca “Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Bu yasada 580 asıl üç geçici madde ile yüzü aşkın kanundaki para cezaları değiştiriliyor ve güncelleniyordu.”
İlginç olan bir başka konu da “torba yasa” tasarılarına verilen isimlere ilişkindir: Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum: “Torba yasa” önerileri, Sayın Hıfzı Deveci’nin de belirttiği gibi2, Çoğunluğu “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ismiyle gündeme getiriliyor. Neden acaba ? Sanırım adı kısa olsun düşüncesiyle (!)
O ülkede, yasal düzenlemeler gerektiğince yapılabilir mi? Yapılamadığı için olsa gerek, o ülkede ekonomik ve toplumsal yaşam, insan hakları, adalet, eğitim ve öğretim vb temel yasalar çok kısa süreler içinde onlarca kez değiştirilmesine gerek duyuluyor.
Ek olarak, o ülkede ekonomik ve toplumsal yaşamın gelişimi yönünden son derece önemli işlevler görebilen planlama düzenine de “bir haller olmuş”. Çünkü Anayasasındaki;
“Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir.
Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.”
kuralı şimdilerde de yürürlüktedir. Bu nedenle, o ülkede bu anayasal kural gereği, arada bir aksasa da belirli süreler içinde uygulanmak üzere kalkınma planları, yanı sıra, çoğu dış destekli sektörel ve bölgesel gelişme planlar hazırlanıyor. Ne var ki, çoğu gönüllü, yüzlerce uzmanın katkıda bulunduğu süreçler içinde hazırlanan bu belgeler hemen hemen hiç uygulanmıyor. Böyleyken, o ülkede önce “eylem planları”, sonraları da “paketler” hazırlanmaya başlanmıştır. Öyle ki; ekonomi, hukuk, adalet vb alanlarla ilgili yöntemi ile kapsadığı dönemi, nasıl uygulanacağı, uygulamanın nasıl denetlenebileceği, sonuçlarının nasıl sorgulanabileceği belirsiz olduğu onlarca “paket” hazırlanır olmuştur.
***
Ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamın yönetilmesiyle ilgili bu üç alanda yaşananların, yanı sıra, yaşanmayanların böyle olduğu o ülkede devlet, Anayasasıyla verilmiş olan, özellikle;
“… milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak…”
görevlerini gerektiğince yerine getirebilir mi? Ek olarak, o ülkenin Anayasasının “Başlangıç” kurallarında yer verilmiş olan ilkeler toplumun tüm sınıf ve katmanlarını eşit biçimde ve gerektiğince gözetilebilir mi? Peki ya, Anayasasında;
-“Temel Haklar ve Ödevler”
- “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler”
- “Siyasî Haklar ve Ödevler”
başlıkları altında yer verilen onlarca kural gerektiğince yaşama geçirilebilir mi? Bu bağlamda çoğu yurttaşımızın ayırdında bile olmadığı; ayırdında olanların ise çoğunun unuttuğu yahut
dert edinmeyip boşladığı “temel hak ve ödevleri” anımsatmak isterim: Örneğin, Anayasasında, “ama”lı da olsa (!);
- “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.”
- “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
- ““Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.””
- “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
- “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.”
- “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”
- “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.”
- “Kimsenin konutuna dokunulamaz.”
- “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.”
- “Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.”
- “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
- “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
- “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
- “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.”
- “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.”
- “Süreli veya süresiz yayın önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.”
- “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.”
- “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
- “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
- “Hiç kimse kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.”
- “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”
- “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
hakları ile ödevlere neden yer verilmiştir, anlamakta gerçekten de zorlanıyorum (!). Ayrıca, şu soruyu da yanıtlıyamıyorum: O ülkenin Anayasasında yer verilen
- ilkeler gözetilmediğinde;
- haklar verilmediğinde;
- ödevler yapılmadığında
ne olacak; gözetilmesi, verilmesi, yapılması için kimlerin, neleri, nasıl yapacak?
Peki peki, bu sorumdan vaz geçtim; yalnızca şu soruyu yanıtlar mısınız lütfen: O ülkenin adı “Biçimistan” olabilir mi?
1) Atilla Sav, “Yasa Yapma Sanatının Ölümü (Torba Yasalar)”, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 2014, Sayı 4; Sayfa 598 ile 600.
2 Hıfzı Deveci, “Torba Yasalar ve Yasama Sürecindeki İçtüzük İhlallerinin Şekil Denetimi Sorunu” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl 2015, Sayı 117, Sayfa 56.
Comments